Cuma, Ekim 31, 2014

Şakacı


Biri tontalağa sen çok komiksin demiş olmalı. Yoksa son dönemde sürekli ay çok komiğim,ay çok şakacığım değil mi annecim diyerek her şeyle maytap geçer miydi.Arabadan inince dedim ki;

- Eray çok soğukmuş bugün çok üşüdüm
- Kış oldu artık ne bekliyordun ki .. Yoska* dünyanın klimayı açtığını mı zannediyordun yazında petekleri açsın bari ha ha ha ( kendi esprisine kendi gülüyor )

 Bu çocuğa komik olduğu söyleyen her kimse bir adım öne çıksın.


Not: Yoska=Yoksa..

Fotoğraf geçen seneden

Perşembe, Ekim 30, 2014

Bakış Açısı

Beykoz-26/10/2014

Salı günü Eray 12.00 de ben ise 13.00 çıktım. Annem Samsun'a gidince bir saat yanıma geldi. Şöyle söyleyeyim 8 aydır burada çalışıyorum benden daha çok tanıdığı, selamlaştığı insanlar var. İnsan bu kadar dışa dönük olamaz.

Dişçiye gideceğimiz için yemekhaneye götürdüm birlikte yemek yedik yani ben yedim o konuştu. İnsanlarla konuşmaktan yemeğini bitiremedi. Bir Galatasaraylı nasıl yendik sizi deyince susmak bilmedi. Ezik Galatasaraylı dedi adama, dört tane yediniz dedi daha neler neler. En son sen bir Fenerbahçeli'ye laf yetiştirebileceğini mi zannediyorsun diyerek noktayı koydu.

Aslında bu kadar fanatik değil tontalak sadece alay edilmeye tahammül edemiyor. Fenerbahçe-Gs maçı bittiğinde babası 'oğlum GS bizi yendi dediğinde' olsun babacım bir dahaki sefere biz yeneriz der miydi bir fanatik.

Neyse odaya geldik, hazırlanırken kapı açıldı. Çalıştığım kurumun müdürü içeri girdi. Ben geldiğimden beridir odaya ikinci gelişi olduğu için şaşırdım. Meğersem Eray beyleri ziyarete gelmiş, adamın çevresine bak. Bu sefer Trabzon spor- Fenerbahçe atışmasını dinledik. Eray benim sınıf arkadaşlarımın tümü Fenerbahçeli dediğinde oraya geleceğim arkadaşlarının takımını değiştirmesi söyleyeceğim dedi. He siz öyle zannedin, siz buranın müdürüsünüz bir kere oraya karışamazsınız dedi. Müdür bey de bak gör nasıl karışıyorum dedi. Sonra vurucu cümle geldi.

Hem siz ölünce buranın müdürü ben olacağım

dedi. Sözler ok gibi. Sadece dudağımı ısırdım. Müdür bey Eray beni hemen öldürme dediğinde  oğluma sufle verdim. Ölünce değil de emekli olduğunda dersen daha iyi olur sanki.

Sonra Erol bizi aldı yola çıktık. Tünelden mi yoksa Leventten mi gitsek bir türlü karar veremedik. En sonunda Dolmabahçe yoluna girdik. Eray'ın tabiri ile dıtt dıttt yanlış karar. Trafiğin göbeğine düştük. Dişçiye geç kaldık. Aslında geç kalmış sayılır mıyız onunda tam kestiremedim. Çünkü gittiğimiz dişçi Eray'ın sınıf arkadaşının annesi ve randevumuz yoktu. 13.30 sonra gelin demişti.

14.00 de vardık. Sadece kontrol edecekti lakin çekelim dedi. Yine süt dişi düşmeden dişi gelmişti. Maşallah kale gibi de sağlam kendileri. İncecik uçlu bir iğne ile anestezi yaptı sonra da çekti.Arkadaş şaşırdı, yoksa doktor mu demeliydim. Tamam tamam doktor arkadaş diyeyim en iyisi. Doktor arkadaş maşallah maşallah dedi. Şu fani dünyada en çok doktorları dinler beyefendi.

Ve 17-00-18.00 kadar yemek yemesin dedi. İşte o an dünyam yıkıldı. Hasta değilse yemeğe düşkündür biliyorum başıma gelecekleri. Dişçiden çıktık arabaya binerken annecim bu işyeri 100 milyar var mıdır dedi. Bilmiyorum vardır herhalde dedim. Küçük ama güzel eşyalar koymuşlar, güzelleştirmişler dedi. Güldük birlikte.

Eve gidince başladı tabii karnım acıktı demelere.Hadi gel berbere gidelim dedim zaman geçsin diye.Hem saçları da olmuştu orman gibi. Berberde çok sıra vardı. Yarım saatten çarp dört kafa yaklaşık iki saat. Biz bayanların bile sürmez bu kadar kesimleri. Kestirmeden çıktık, arkadaşı aradım bize gelin çocuklar oynasın, o dedi siz bize gelin misafirlerim var. Tam da evin önünden geçiyorduk damladık.

Eray gibi sağ sol işaret parmaklarımı çarpı işareti yapıyorum dıt dıtttt yanlış karar. Hamur kızartmaları, kurabiyeler, çaylar. Eray hamur yemek istedi, vermeyince de dudak büktü. Orada bulunan misafir küçük küçük parçalara ayır yesin hiç birşey olmaz dedi ben doktor arkadaş verme dediydi dedim, ver dedi, vermeyeceğim dedim gerildimmmm.

Çok az oturup eve geçtik. Matematik ödevlerini bitirdik. Saat 18.00 oldu yuppi diyerek babasını beklemeden yemek hazırladım. Koca bir kase yayla çorbası,pilavın üstüne izmir köftesini hüpletti.  Bu arada sen bizi açlıkla ıslah etme yarabbi..

Yattık kalktık yepyeni bir gün başladı.Dolu dolu bir gün hem de.

Erol'la iş yaparken bir ara gözüme iki koltuğu birleştirmiş ayaklarını uzatarak ipad oynayan Eray bey takıldı. Ooo beyefendi haksızlık oluyor ama lütfen bir işin ucundan da sen tut dedim. Boşver bunları annecim dedi. Ben ödev yaparken siz tembellik yapıyordunuz o zaman haksızlık olmuyor muydu dedi.

Bu da bir bakış açısı..Aynı konuya farklı tepkiler vermek nereye baktığınla değil de ne gördüğünle ilişki bence. İnandığım için görüyorum işte...





Salı, Ekim 28, 2014

Ayraç


İki kitap birden okumayı sevmem. Biri biter diğerine başlarım.Okul dönemlerim hariç tabi. Bölümüm itibariyle aynı anda üç-beş kitap okumuşluğum vardır o ayrı.

Şu aralar iki kitap birden okuyorum hem de zevkle. Biri kendi kitabım diğeri de tontalağın. Kedilerin kaybolma mevsimi. Geçen hafta kendime kitap sipariş ederken almıştım ona da iki tane. Artık alışkanlık oldu. Bir kitap bana iki kitap ona.

Artık büyüdü daha az resim içeren, içerik yönünden zengin kitaplar araştırırken neden Behiç Ak kitapları almıyorum dedim. Kedilerin kaybolma mevsimi ve Güneşi bile tamir eden adamı(bu kitabı babası okudu)bu vesileyle buldum. Şu an Kedilerin kaybolma mevsimini okuyoruz. Dün akşam ikinci akşamımızdı 60. sayfayı bitirdik. Kitaba ara verirken ayracımızı yerleştirdik. Yaaa artık ayraç kullanıyoruz biz. O ayracın bana neler hissettirdiği bir bilseniz. Hepi topu bir ayraç değil işte. Çocuğumun büyümesinin emareleri her yerde.

Dün akşam annemde kaldık hep birlikte. Dizlerime yattı ve başladık okumaya. Ben kitabı yatakta okumuyorum Eray'a. Kitap okurken uyusun diye bir gayem de olmadı hiç. Uyur elbet bir şekilde. Okunan da keyif alsın o bana yeter. Okurken annem kız sus o kadar bağırma çocuğun gözleri dalıyordu az daha dedi. Ama Nurten hanım bağırıyordu dedim. O an ben Nurten hanımdım. Allah Allah diye söylenerek kalktı.

Karaktere bürünüyorum biliyorum ki Eray böylece daha çok seviyor okuduklarımı. Tamam ya birazcık da kaptırıyorum kendimi. O an Miskin Suat bey olmalıyım, utangaç Sevgi'nin hareketlerini hissettirmeliyim sesimde.


Oğluma kitap okumayı çok sevmem hain planlar yapmadığım anlamına gelmez bu arada. Birinci sınıfın bitmesinin bekliyorum o dizler yer değiştirilecek efenim. Tontalağımın dizlerine yatıp o bana karakterleri konuşturacak sadece henüz bundan kendisinin haberi yok. Hele Talatları, Nailleri, Nalanları öğrensin de..

Nalan demişken dün akşam Nalanlı cümleleri okuduk. Rahmetli Ayhan Işık bile böyle güzel Nalan dememiştir. Nalan dedikçe Eray tebessüm ettim. Tontalak da hiç komik bir şey yok ortada dedi. Özür diledim okumaya devam etti. Nerede o güzel Türk filmleri replikler nerede
 
 'Sus Nalan sus, çıldırasıya sus'
 
Annemin tabiriyle hava bugün posuruklu şimdi evde olup kanepe de yatsaydım üzerimde de bir battaniye. Ah eski bir Türk filmi şimdi ne iyi giderdi.
 
Bu arada Boğaziçi Köprüsünün yapımına 20 Şubat 1970 tarihinde başlanmış 30 Ekim 1973 tarihinde ise devlet töreni ile açılmış. Ne alaka şimdi demeyin. Hafta sonu köprüden geçerken tontalak sordu. 'Annecim bu köprü kaç yılında yapılmış' .Kendimi bir an bilgi yarışmasında hissettim valla biliyordum tarihi ama unutmuşum. Araştıracağıma söz vermiştim, ben sözümü tuttum:)
 
 
Not: Yine de favori kitabı Kütüphanedeki Aslan :)

Pazartesi, Ekim 27, 2014

FURY

Etüdü sevdi. Ben danışmanın karşısında bulunan koltuklarda kitap okudum. Beklemek bu sefer sıkıcı gelmedi. Ohh kurgunun içine bodoslama dalmışım sağolsun kahve de ikram etmişler bana. Daha ne olsun.

Her teneffüs yanıma geldi hem de mutlulukla. Bu etüdü çok sevdim biliyor musun etüde gelince evde ödev yapmak zorunda kalmayacağız o yüzden bu etüt güzel bir şey dedi. Arkadaşından duydu galiba. O da başka birinden. Oğlumu kandırmak istemediğim için bu yanlış anlamayı düzeltmek istedim. Etüt de ders tekrarı yapıldığını, evde yapması için ödevlerin olacağını söyledim.Umursamadı, üzülmedi hadi arkadaşlar beni bekler diyerek vınn diye gitti.

Etüt çıkışı kahve dünyasına gidip sıcak çikolata içmeyi teklif etti. Allah'ım ya büyümüş de program yapar olmuş. Hay hay dedim. Ortaköy de kahve dünyası olmadığından ya da varsa da bilmediğimden Starbuck'a doğru yol aldık. Başladı hava da çok güzelmiş, sıcak çikolata da bu hava da içilmez ki değil mi annecim demelere. Niyeti belli. Dondurma yemek. Sahile girdik bir top vanilyalı bir top da çikolatalı olmak üzere iki top dondurma aldık. Ben de kendime bir kahve ısmarladım, güneşe sırtımızı vererek dışarıda oturduk.

Anneannenin evinde bahçede yemek keyfinden sonra ders keyfine(!) geçtik. Eray mırın kırın yine. Allahtan ödevlerinin yarısını Cuma akşamından yapmıştı. Cumartesiye yığılma olmadı ama yine de Eray beyler söylendi. Sanki ben bayılıyorum da.

Arkadaşım whatsapptan mesaj attı sinemaya gidelim diye. Eşi Fury filmine gitmek çok istiyormuş hep birlikte gidelim dedi. Şartları zorlayarak gittik filme.


Bir David Ayer filmi. Brad Pitt, Shia Labeouf gibi ünlü isimler var. Savaşın son günlerinde bir grup Amerikan askerlerinin Almanya'da ki Nazi gücüne son vermek için giriştiği mücadeleyi anlatıyor. Film genelde tankta geçiyor. Zaten filmin adı da tankın ismi. Yani Fury..

Hikaye anlamında bence vasat hatta hikayede zorlayıcı unsurlar var. 8 haftalık yazıcı bir askerin kendini fury gibi bir tankın içinde bulması ne bilim zorlayıcı geldi bana. Onun ekseninde o askerin gelişimi. Hikaye dışında oyuncuların performansı bence çok başarılıydı. Özellikle Shia Labeouf'un performansı takdir edilmeli.

Sinematografi açısından diye devam edermişim yok yok ben öyle konuşmaları pek sevmem mirim.. Film de görsellik ve teknik unsurlar da güzeldi, sevdim. Bir filmin en can alıcı noktalarından biridir bence müzikleri. Ve savaş filmlerinde müzik daha da önem kazanır diye düşünürüm. Müzikler içime işledi.

Sonuç olarak hikaye vasat olsa da oyuncuların performansları için gidilebilir.

Film biraz geç bitince hadi kaçtık diyerek herkes çil yavrusu gibi dağıldı bir anda. Halimiz görülmeye değer. Evde küçük bekleyenlerden azar işitmekten korktuk. Eray pijamasını giymiş bizi bekliyordu hiç içeri girmeden aldık kendilerini..

Arabada dizlerime yattı. Film nasıldı dedi. Sesi biraz bana kırılmış gibi geldi. Saçlarını okşadım. Fena değildi dedim. Nasıl bir filmdi nasıl bitti dedi. Kan revan içinde, herkes birbirinin kafasını uçurdu nasıl diyeyim kelimeleri özenle seçiyorum. Savaş filmiydi ve bir asker kahraman oldu dedim. Peki nasıl başlamıştı dedi. Bir asker var ,asker olmayı öğreniyor dedim. Biliyor musun hala ben daha ne olacağıma karar veremedim dedi. Olsun daha çok erken, önünde uzun bir yol var, acele etme dedim. Peki dedi ve uykuya daldı.

 Not: Fury- 25/10/2014- Özdilek Avm

Kitap Aşkına Çocuk Müzikali

 
Yok üşenmeyiz konu sanat olunca Göktürk'ten kalkıp Kadıköy'e gidebiliriz. Öyle de yaptık. Kitap aşkına çocuk müzikali Kadıköy Süreyya sahnesinde sergileniyordu. Pazar sabahı kahvaltıdan sonra çıktık yola. Allahtan Eray bize çekmiş bu konuda. Çok seviyor tiyatro, müzikal, sinema...
 
Kahvaltıdayken sana bir sürprizim var dedim bu arada.Merak etti haliyle. Heyecan katmak için uzattım da uzatım.10 günnn sonraaaaa baleyeeee gideceğizzzzzz. Bale mi, öğğğğ ben gız mıyım da baleye gideyim dedi. Uzun süredir hiçbir şey beni bu kadar şaşırtmamıştı. Sanat, resim, seramik ne bilim müze gezmeleri gibi şeyleri seven çocuğumun bale hakkında yorumu beni şoka uğrattı.
 
Elimdeki çatal bir süre havada kaldı. Bale benim ukdem. Oğlumla kol kola baleden çıktığım hayallerim vardı benim. Neyse silkelendim. Baleyi seyretmek için kız olman gerekmiyor. Erkekler de gider baleye. Hem hiç gitmeden karar vermen doğru değil dedim. Bakalım on gün sonra ne karar verecek.(bence sevecek)
 
Eşofmanla rahat ettiği için eşofman giymek istedi. Normalde ne giyeceğine karışmam lakin bu sefer olmaz dedim. Kadife pantalonunu (kanvaslar artık olmuyor) ya da kotunu seçmesi gerektiğini söyledim. Nedenmiş diye itiraz etti. Aslında eşofman giysen de alırlar seni. Kimse bir şey demez. Ama her yerin bir giyinme adabı vardır diyerek anlatmaya başladım.  
 
Süreyya sahnesine 11.40 da vardık. Bir süre Eray'la dinlendik. Fotoğraflar çektik. Bir çift oyun için o gün bilet almaya gelmiş. Bulamazsınız ki dedim. Oyunlar bir ay önceden satışa çıkıyor ve 10 dakika içinde bitiyor dediğimde çok şaşırdılar. Görevli bazen 10 dakikayı da bulmuyor 5 dakika da bitiyor dediğinde ise güldüler. Kadına bir de bilet almak için saat kuruyorum ben deyince gülmeleri kahkaha dönüştü. 
 
12.00 de başladı oyun. Oyun metnini Işık Noyan yazmış. Dekor fena değildi lakin kostümler yıkılıyordu. Bayıldım, bayıldım.. Müzikler de güzeldi. Müzikalin biraz uzun olmasından sebep çocukların dikkati ara sıra dağıldı lakin güzel vakit geçirdik. Konusu ise şöyle;
 
Öykümüzün kahramanı Memo kitap okumayı çok sevmekte, zamanının çoğunu kitap okuyarak, dahası hayalinde kitap kahramanlarının arasına karışarak geçirmektedir. Kimler yoktur ki bu kahramanların arasında? Akıl küpü Çizmeli kedi, evinden atılmış zavallı Parmak Çocuk, sahte Kont, güzel Prenses, pinti Kral, saf dev, yaralı Silahşor, minik kral, afacan Tomi ile Bobi, etobur Dev ve onun sinsi karısı...
 
Memo, hayal dünyasına kendini kaptırıp tüm bu kahramanlarla serüvenden serüvene koşadursun , ailesi biraz hoşnutsuzdur. Çünkü okumak çok güzel ve yararlı bir alışkanlık olsa da tek tutku haline dönüşmemeli, insan gerçek yaşamla olan bağlarından, ödev ve sorumluluklarından koparmamalıdır..
 
Işık Noyan
 
 
 
 Alkışlama kısmını bitirdikten sonra toprakla bütünleşmesi için Beykoz'a doğru yol aldık...
 
Kitap Aşkına Çocuk Müzikali
Yer: Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi
Tarih: 26/10/2014 12.00
 
Not: Süreyya sahnesine girer girmez haklıymışsın annecim baksana herkes nasıl giyinmiş dedi:)
 

Cuma, Ekim 24, 2014

Etüt

Büyüyecekmiş de etütlere katıldığı günleri de görecekmişiz dedim anneme dün akşam. Küçükken çok az uyuduğu zamanlarda zorluklar yaşarken bugünler gözümüze ne uzak görünürdü. Halbuki zaman bir su misali.
 
Aslında etüt konusunda çok kararsızdık. Gerek olup olmadığı konusunda babasıyla konuştuk. En azından denemeye karar verdik. Perşembe akşamları saat 18.00 e kadar(zaten 16.10 çıkıyorlar) o haftanın ders tekrarı yapılacak. Her hafta değil. İki grup yapmış öğretmeni. İki haftada bir. Akşama kadar aç kalamayacaklarına göre anneler sırasına göre yiyecek bir şeyler getirecek okula.

Gönderme sebebimiz aman hemen öğrensin, çabucak öğrensin değil. Maksat grubundan ayırmamak. Arkadaşlarıyla paylaşımlarını çoğaltmak.

Ha birde cumartesileri var. O da şöyle.RDS (Randevulu ders saati)diye bir sistem var. İnternetten üç derse kadar randevu alıyorsun ve kontenjan 10 çocukla sınırlı. Öğretmen internete giriyor ,10 öğrenci seçiyor ve cumartesi ders veriyor yine o haftanın konuları ile ilgili. Bu hafta mesela;

10.00 Okuma yazma etkinliği
10.40 Okuma yazma etkinliği
11.20 de İngilizce

var.Her hafta göndermeyiz. Zaten her hafta da seçmez öğretmen diye tahmin ediyorum. Kimseye haksızlık olmasın diye cumartesileri de sıraya sokarlar.( zaten yüzme başladığı an cumartesi etütlerine gidemez, saatler çakışıyor)

WhatsApp dan anneler etüt konusunu tartışırken bir kadın hiç gerek yok, ne gerek var diye etüdün gereksizliğini savundu.Hem de en ateşli bir biçimde. Bu sabah randevu almak için sisteme girdiğimde kendisinin çoktan cumartesi için randevu aldığını gördüm. Güldüm. Ne gereksiz ne ucuz numaralar bunlar. Bir de çok çocukça diye yazacaktım ki durdum. Çocukça yazamam bu niyet de bir masumiyet yok.

Bir iki hafta deneyelim bir bakalım. Çocuğum üzerinde azcık bir baskı olduğunu hissedersem göndermem, nasılsa gönderme zorunluluğu yok.

Bugünlerde tontalak ile çok sohbet ediyoruz, araya öğretici mesajlarda sıkıştırmaya çalışıyorum lakin sohbetin sonunu kem küm olarak ben bitiriyorum .Kazdığı kuyuya düşmek galiba tam da bu oluyor.

-Oğlum okulda kızlar-erkekler olarak ayrılmışsınız ve aranız kötüymüş öyle duydum. Güzel oğlum sakın kızlara saygısızlık yapma olur mu?
-Bana saygısızlık yapana neden ben saygılı davranacakmışım ki..

Okul kuralları hakkında konuşuyoruz(öğretmen ödev olarak vermiş)
-Eray'cım okul kuralları olarak başka ne örnek verebiliriz
-Mesela öğretmeni derste dinlemeliyiz
-Çok doğru, peki sence neden dinlemeliyiz
-Dinlemezsek öğrenemeyiz
-kesinlikle zaten öğrenmenin birinci kuralı dinlemek. Dinleyeceğiz ki...
-Peki ikinci kuralı ne
-kem küm kemmm

 
Not: Okulda vesikalık çektirmişler haftalık karne için. Ah o saçlar yok mu o saçlar babama çekmek zorunda mıydı :)

Perşembe, Ekim 23, 2014

Acil durum keki


Eskiden daraldığım zaman atardım kendimi mutfaklara kalırdım üç saat. Ev yemek, pasta, börekle dolar taşardı. Çok yemeyelim diye de yaptığımı dağıtırdım. Malum kilo durumları. Hele yeni tarif denemek, sonra fotoğrafını çekmek nasıl meşgul ederdi aklımı.

Çarşamba akşamları ödevsiz günü tontalağın. Eeee dün akşam da azcık canım sıkkın olunca kek yapalım mı dedim. Oleyyyy dedi ve ekledi 'annecim sen süper bir annesin'. Peki neden öyle hissetmiyorum dedim ama içimden içimden. Beni  kimsecikler duymadı.

Neyse efendim girdik mutfağa. Elimin altında bulunan acil durum tariflerinden birini çıkardım. Öyle de bir birikimim vardır benim. Yeni tarif denemesem de bu aralar gördükçe beğendiklerimi not alırım.

Annem başladı konuşmaya. Çocukla olacak iş mi bu, mutfak dağılacak of, puf, püf... Eray nasıl da mutlu. Başladım tarife göre malzemeleri hazırlamaya. Hay aksi şeytan kakao evde kalmamış. Vanilyanın tarihi geçmiş. Ana-oğul aklımıza düştü bir kere Erol'u markete yolladık. Bu durumdan Erol beyler hiç ama hiç memnun olmadı.

Tarifi okurken bir de ne göreyim süt miktarını yazmamışım iyi mi? Tarifi aldığım yeri mutlaka kağıdın köşesine not ederim ve ta ta taammm not etmemişim. Aman dedim anneme ne kadar olabilir ki ya bir su bardağıdır ya da bir su bardağı yakın. Annem yarım su bardağı yağ bu tarife az diye söylenmeye başladı. Aramızda keyfi en yerinde olan tontalak. Mikseri verdim eline coştukça coştu.

Tontalak unu elerken biraz ortalığı batırdı. Annemin yine canı sıkıldı. Un bu ya batarsa batsın. He yağ olsaydı aynı cümleyi yazar mıydım bak bunu kestiremedim.

Pişerken otuz kere gitti başına ohhh ne güzel de koktu dedi. Tontalağın elleri değdiği için mi bilmem kek acayip kabardı. Lakin güya mozaik kek olacaktı biz o şekli veremedik. Bizimkisi biraz gülen adam keki oldu. Yani şekli ona benzettim. Bence Tontalağımın mutluluğu keke sirayet etti.

Pişince kalıptan çıkarmak için ılımasını beklemek lazım. Biz beklemedik. Eray'ın uyku saati zaten 15 dakika geçmişti iyice geçmesin dedim. Sıcak kesmesi zor oldu ama oldu. Yemeden yatsaydı kendimi biliyorum vicdan yapardım. Yerken gelişigüzel iki-üç poz çektim

Sabah işe geldim o tarifi nereden almış olabilirim diye araştırdım. Zaten takip ettiğim çok yemek bloğu yok kolayca buldum. Olsada Yesek Suzan blogundan almıştım. Aslında kakaolu mozaik kek olsa da orijinali bizimkisinin adına koyduk kakaolu gülen adam keki.

Kakaolu Gülen Adam Keki

-3 yumurta
-1.5 su bardağı toz şeker
-yarım su bardağı sıvıyağ
-1 su bardağı süt
-1 paket vanilya
-1 paket kabartma tozu
-3 su bardağı un (2,5 su bardağı daha iyi olur bence)
-2 yemek kaşığı kakao

Yumurta ve toz şeker mikserde iyice karıştırılır. Sonra sıvıyağ ve sütü eklenir.Un, kabartma tozu ve vanilya eklendikten sonra hamur ikiye bölünür. Hamurun yarısına kakao karıştırılır. Kalıba sırayla bir kepçe beyaz hamurdan bir kepçe kakaolu hamurdan eklenerek 170 derece pişirilir.

Afiyet olsun

Başlıksız

Okulun ikinci haftasında sınıf öğretmeni Eray üstün zekalı veya hiperaktif bir çocuk olabilir mi dedi. Seramik öğretmeni geçen gün yanıma geldi Eray üstün zekalı bir çocuğa benziyor dedi diye anlattı. Bence sınıf öğretmeni Eray'ın hiperaktif bir çocuk olduğunu düşünüyor seramik öğretmeni de üstün zekalı.

Haksız da sayılmazlar. Her ne kadar birbirlerinden farklı teşhislerde olsa benzer yönleri de var.  Sustum ve soruyu cevaplandırmadım. O zaman kafam biraz karışıktı.

Sonra cumartesi veli toplantısına gittik. İngilizce öğretmeni (sınıf öğretmeni sadece sunum yaptı onu da dışında tutuyorum o gün) dışında herkes Eray'ın ne kadar özel bir çocuk olduğundan bahsetti. Ben konuyu dersteki performansına getirmeye çalışıyorum onlar inanılmaz hayal gücü var, o kelimeleri nereden buluyor gibi yorumlar yaptı. Hatta beden öğretmeni al çocuğu karşına oturt adam gibi sohbet et. Bu sohbetler onun aklına nereden geliyor dedi. Güldük.

Düşünce becerileri dersinin öğretmeni ise karışık yorumlar yaptı. Dört kitap dört ayrı konu var o derse ait.(unuttum derslerin alt adını) Mesela sudoku yaparken dikkati çabuk dağılıyor çevreyle çok ilgileniyor dedi. Sıkılıyor ayağa kalkıyor diye de ekledi. Fakat bir parçayı tamamlama ile ilgili çizimler yapıldığında inanılmaz şeyler ortaya çıkarıyor dedi. Diğerleri mesela o söylenen şeyden ev yapmış, araba yapmış Eray'ın çizimine baktığımda hiçbir şey anlamıyorum sonra bu ne dediğimde anlatmaya başlıyor.Anlatmaya başladığında aaaa gerçekten öyle dedirtiyor bana dedi. Eray'ı henüz çözemedim diye de bitirdi.

Sonra okula bu yıl gelen seramik öğretmenin yanına gittik.Biz Eray'ın anne ve babasıyız der dermez kadın bize öyle bir gülümsedi ki anlatmam. İngilizce öğretmenlerinin yorumlarından ve suratsız ifadelerinden sonra bize acayip iyi geldi.

Eray'ın anne ve babasını o kadar çok merak ediyordum ki iyi ki toplantıya katıldınız dedi. Hiç Eray'a test yaptırdınız mı oğlunuz üstün zekalı bir çocuk olabilir mi dedi. Galiba rahat iki dakika sustum. Ne söyleyeceğimi bilemedim ve sonunda evet test yaptırdık diyebildim.

-Evet WİSC-R testi yaptırdık. Okul başladıktan hemen sonra. Bu testi kendi egomuzu tatmin ettirmek için değil doktor istediği için yaptırdık ( 6 yaşı bittiğinde bu testin daha sağlıklı sonuçlar vereceğini söylemişlerdi .Bekledik.

Öğretmen dikkatle ve sabırla konuşmamı bekledi. Anlattım. Teste parlak zeka ile üstün zeka çizgisinde kaldı doktorun söylediğine göre bu üstün zekalı da olabilirmiş. O gün yani test yapıldığı gün Eray çok huzursuzdu ve doktor üzerinde otoritesini kurumadı dedim. 6 ay sonra tekrarlayacağız diye de ekledim.

-Aslında benim için üstün zekalı ya da normal bir zekalı olmasının önemi yok. Sadece nasıl bir rota izleyeceğimizi öğrenmek ve bizi zorlayan konuları anlamlandırmak için yaptırdık-

Seramik öğretmeni eşim üstün zekalı çocukların öğretmeni ve şunu söylemeyelim ki farklı bir eğitim almalılar dedi. Her hafta eşime Eray'dan bahsediyorum, ondan destek alıyorum diye ekledi. Ya aslında öğretmenle konuştuğumuzu daha fazla yazmasam da olur hepsi güzel şeylerdi.

Evet IQ yüksek bir çocuk(normalde puan söylemiyorlar hatta önemsemiyorlar, ben öğrenmek istemiyorum ya pat diye duyuverdim) lakin dikkati de dağınık bir çocuk.

Dün akşam telefonda yaptığım bir konuşma canımı çok sıktı. Bu öğlen Eray'ın okuluna gidip bahçede oturacağım. Çünkü çok ihtiyacım var.

-Evet çok sosyal lakin bireysel bir çocuk ya da söyle diyeyim büyük çocuklarla, yetişkinlerle birlikte olmayı seviyor. Teneffüs de  zorla futbol oynattıramam ki ona. Bir gün sordum hatta neden oynamıyorsun futbol diye. Erkekler saçma sapan hareketlerle kendini yaralayabiliyor bu oyunda ne gerek varmış.
Evet çok soru soruyor. Kuralları ve gelenekleri sorguluyor. Bazen yoruyordur doğrudur
Evet otorite ile güç mücadelesine girdiği de doğrudur
Evet bilgiye aç, sürekli beslenmesi gerekiyor.
Evet zor bir çocuk, ama kabul edin artık çocuğumun farklı bir durumu var. Onu anlamak ve o doğrulta yönlendirmek bu kadar mı zor.

Not: Bu konuyu çevremde dört kişi dışında kimseye anlatmadım. Çünkü Eray'ın duymasını istemiyorum.

Çarşamba, Ekim 22, 2014

Bir zamanlar küçücük ama gururlu bir kız vardı anne bilmem hatırlar mısın?

Cumartesi veli toplantısından çıkınca doğruca anneme geçtik. Tabi annemin yaptığı ikramlarda çeldi aklımızı lakin en çok da uzun zamandır görmediğim teyzelerin bir hatırını sormak istedim. Zaman akıp geçiyor blog. Geçmişimin gencecik teyzelerinin artık hastalık haberlerini duyuyorum ve hatta..

Neyse bugün kötü şeylerden bahsetmek yok. Eskiden günlere katılmak için can atardım. Şimdi ise annem çağırıyor ben burun kıvırıyorum.

Bir zamanlar bekar, çoluksuz çocuksuz sizin kriterlerinize uymayan küçücük, minicik ama gururlu bir kız vardı hatırlıyor musun anne hah işte o küçücük kız sizin kriterlerinize uygun hale geldi. Tamam artık o kadar küçücük değil lakin hala çok gururlu..Nayırrr ,nolamaz,napamam, katılamam şeklinde teklifini redediyorum. Tabi bende hava 1500.. Sen bizi zamanında bir kedi gibi kapının önüne koyar mısın ohhh olsun sana.

Kadınların arasında olmaya meraklı değiliz aslında.Çocuklarla pasta, börek yemek için evde durmak isterdik yoksa sokaklar bizim favorimiz. Annem yeme vakti gelince çağıracağım sizi derdi biz de kapı önünde oyalanırdık ne bilim pasta börek bitecek diye mi korkardık. Gerçekten de çağırırdı be annem, anne yüreği işte. Uçarak giderdik. Bize yere sofra kurulurdu aman ne de leziz olurdu. Yedikten sonra bizi bulana aşk olsun. Akşama kadar tüm sokaklar bizim.



O zamanlar günler hafta içi olurdu.(sürekli sabahçı olduğum için günleri hiç kaçırmazdım) Ve herkes birbirine yakın otururdu. Annemin samimi olduğu kadınlara teyze, daha az samimi olduklarına ise hanım teyze derdik. Gülten teyze, Fatoş hanım teyze.. Ha zamanla Fatoş hanım teyze Fatoş teyze oldu bu da samimiyete bağlı olarak değişti. Günlerin adı ise Altın günüydü.. Sonra dolar günü ,sonra Euro galiba bu aralar Türk lirasına takılıyorlar...

Annem pencereye  nöbetçi olarak dikerdi beni.Yani misafirler gelmeye başlayınca kapıyı açmam ya da açtırmam için. Sanki zil yok. Yok çalınmadan açılacak o kapıı..Annem çok tez canlıdır benim bu arada. Anneeeee kapıyı açç Hürmüz teyze geldiiiiii diye bağırdığımda dişlerinin arasından anırma eşek gibi derdi hey gidi günler. Macide teyze omuzlarına ince bir hırka atardı. O hırka hiçbir zaman giyilmezdi de omuza atılırdı. En çok da o komiğime giderdi. Misafirlerin çantalarından, poşetlerinden çıkardıkları süslü püslü terlikleri yok mu.. Artık ayakkabı giyiyorlar.

Sonra hemen hemen her gün birbirlerini gören teyzelerin, hanım teyzelerin siz nasılsınız, siz nasılsınız diye bir tur hal hatır sormaları yok mu o kısımda gülmeye başlardım zaten bu son gülüşüm  olurdu kapının önüne konurdum...

Zamanla teyzeler, hanım teyzeler taşınmaya başladı. Bazıları çok uzaklara. O mahallede sadece dört kişi kaldı insan özlemiyor değil.Birbirlerinden kopmamak için güne hiç ara vermediler. Ayda bir olsa da gün geleneğini devam ettirdiler. Sadece hafta içi değil de hafta sonları yapıyorlar artık. Eee torun sahibi olmak hiç kolay değil:)

Anneme gün sırası neredeyse on bir ayda bir falan geliyor. Eskiden daha geç gelirdi. Maalesef eksildiler. Aralarında ebedi istirahatlerine çekilmek için ayrılanlar var :( Anneme sıra geldiğinde mutlaka giderim bir saatliğine de olsa. Nasıl gitmeyeyim onlar benim en mutlu hatırladığım anıların bir parçası. Hey gidi günler...


Daha rahat etmeye niyetim yok çocuğum

Allah izin verirse tabii :)

Geçen gün sıkıntılı bir gün geçirdim işyerinde. Şikayet etmeyi uzun bir süre önce bıraktım ben özellikle de iş ile ilgili. Ya şikayet etmeyeceksin ya da iş ile ilgili canını sıkan durumlar için yeni adımlar atacaksın derim ben. Yeni adımlar atmadığıma göre. O zaman TIP susuyorum.

Yani susuyordum. Canım ne kadar çok sıkılmış olmalı ki eve giderken Erol'a 'şansa bak, benim hiç şansım olmayacak mı? ne zaman rahat edeceğim ben' dedim. Kullandığım cümle tam da bu. Ne eksik ne de fazla. Babası sustu, sustu, sustu..

Sessizliğin sesi büyüyünce tontalak annesini teselli etme ihtiyacı hissetti bence.

'Mezara girince rahat edersin annecim sen hiç merak etme' 


 

Salı, Ekim 21, 2014

Benim dişim benim kararım


İlk süt dişi nihayet düştü. Aslında düşmeye zorlandı. Babası tarafından çekildi. Dişi sallanıyordu ve arkasında çoktan sırasını bekleyen kalıcı diş gelmişti.

Cumartesi Erol dişi çekme konusunda Eray'ı ikna etmeye çalıştı. Aslında korktuğundan değil tamamen uyuzluğundan. Benim dişim ben karar veririm dedi. Yani benim bedenim benim kararım durumları.

O ara ben her zaman ki mekanımdayım yani mutfakta. Kahvaltı masasını kaldırırken Erol elinde diş Eray ise elinde 100 tl ile içeri girdi. Ben tabi dişi görünce Eray'ı öptüm sarıldım hem de kocaman. Oğluma methiyeler düzerken babasına da  nasıl oldu da izin verdi dedim.100 tl verirsen dişimi çekmene izin veririm demiş hasbam. Ve babası da kabul etmiş. Erol kandırıldığını hala kabul etmiyor.

Alışveriş merkezine gittik GGO'nun oyuncağını aldık ilk süt dişinin düşmesi şerefine. Parasını evde unuttuğu için de borç verdim kendisine. Çok sevindi çok. Alışveriş merkezine gelmişken yemekte yiyelim evde hazırlamak için uğraşmayalım dedim. Eray yaşasın dedi ne yiyeceğini düşünmeye başladı. Babası aynadan bana göz kırptı. Eray artık paranda var bugün bize yemekleri sen ısmarla dedi. Eray bana döndü

Annecim benim bir fikrim var DİREKT eve gidelim evde yiyelim zaten alışveriş merkezinde yiyince ben doymuyorum

dedi. O gün gerçekten çok güldük.

Diş hala cüzdanımda. Eskiden dişimiz düşünce koşarak Fatma hanım teyzesinin çatısına atardık dişimizi. Kuşlar çarçabuk yenisini getirsin diye.Neredeyse tüm mahallenin çocukları oraya atardı dişlerini. Hem mahallenin en alçak çatısı Fatma hanım teyzenin çatısıydı hem de çocukları sevmediği için çocukların ona verdiği cezaydı. Daha öncede yazdım Fatma hanım teyze çocukları hiç sevmezdi.

O evin yerine tripleks bir ev yaptılar. Cumartesi anneanneye dişimiz elinde gidince ablam hemen gel Fatma hanım teyzenin çatısına dişi atalım dedi. Ne garip çatı aynı çatı değil sahibi de Fatma hanım teyze değil lakin çocukluğa ait alışkanlıkları kırmak ne kadar zor.

Atmadık Eray'ın dişini çatıya. Kuşlar ne getirecek ki dedim ablama. Zaten düşmeden gelmişti yenisi. Dişten uğur olur mu bilmem cüzdanıma koydum. Kim bilir belki de dar zamanımda umut olur bana. Hep cüzdan da para biriktirilecek değil ya. Ben de kötü günüm için anı biriktiriyorum cüzdanımda.


Not: İlk süt dişi çıktı: 18/10/2014

Pazartesi, Ekim 20, 2014

Çizginin Gücü- Çocuk Atölyesi


Ne hafta sonuydu ama. Kırk yılın çarşambası bir araya geldi derler ya hani işte öyle bir iki gün geçirdik. Şükür herşeyi de yetiştirdik.

-Eray'ın en yakın arkadaşı Erdem'in ayağı alçıya alınmış onu ziyarete gittik, Eray arkadaşına moral verdi
- Bu yılın ilk veli toplantısına katıldık(ayrıntılar daha sonra)
-Annemin gününe gidip şöyle bir göründük(ayrıntılar daha sonra)
- Beykoz'a babaanneye gittik
-Tüm ödevler yapıldı
-Çamaşırlar yıkandı
-Çizginin gücü çocuk atölyesine katıldık
-Eray'ın ilk süt dişi düşmesi şerefine alışveriş merkezine gittik oyuncak almak için
-Anneanneye gidip günden kalanları hüplettik
-Ütüler yapıldı


Pazar günü Perili Köşk'te çizginin gücü çocuk atölyesi vardı. Daha önce Sabancı müzesindeki çocuk atölyesine gidiyorduk. Tebdil-i mekanda ferahlık vardır derler ya hani Eray için değişiklik olsun dedik.Borusan'ın hazırladığı atölyeye daha önceden rezervasyon yaptırarak katıldık. Katıldık derken Eray katıldı ben bekledim. Can sıkıntısından çatladım.

Zamanı doğru kullanmak adına yapılmaması gereken 9 küsurlu hareketten en önemlisini yaptım. Yani kitabımı evde unuttum. İlk yarım saat müzeyi gezdim. Gezilecek 8 kat olmasına rağmen pek bir şey yoktu hatta neredeyse hiçbir şey yoktu o nedenle çabucak bitti. Sadece hafta sonu gezilebiliyormuş orası.Çünkü hafta içi ofis olarak kullanılıyor. Orada çalışmak nasıl bir şeydir diye diye gezdim. İnanılmaz bir manzara var. Acaba aynı oranda içinde huzur da var mıdır?

Bir buçuk saat oturdum. Hiçbir şey yapmadan oturmak benim için bir işkence. Kitabımı unuttum diye hayıflandım. Çok rüzgar olmasa sahil boyu yürüyecektim(inanılmaz trafik vardı başka yere gidilemez) lakin hastalıktan yeni kurtuldum ve korktum. Oturdum hem de hiçbir şey yapmadan. Daha önceden yazdım mı bilmem hiç birşey yapmadan oturamam ben.

Karakterinin adı Dişlek imiş. Dişleğin bıyığını sevsinler:)

Saat 15.00 de bitti çalışma. Eğitmenine nasıldı diye sordum herkes soruyor diye. Formaliten yani. İyiydi lakin Eray'la bir türlü burnun nerede olması gerektiği konusunda anlaşmaya varamadık dedi. O kadar şaşırdım ki bu söylediği karşısında. Eray neredeyse tay tay durmaya başladığından beri bilir burnun nereye çizileceğini. Tamam kabul biraz abarttım. Eray epey bir süredir bilir. Hatta birkaç yıl önce okuldaki resim öğretmeni veli toplantısında 'adam burun çiziyor yahu daha ne olsun' demişti. Hiç unutamam.

Eray'a sordum sebebini. Asla eleştirmek, yanlış yapmışsın demek için değil. Oğlumu tanıyorum biliyorum ki bir sebebi var. Anne öğretmen karakter yapın dedi bende yaptım burnu oraya çizdirdi ama karakter yapın demişti dedi. Bingo.Eray karakter yapınca hayal gücünü kullanmış yani onun karakterinde burun daha farklı yerde ama eğitmen illa burnu göz ile ağız arasında çizdirmiş sanki bilmiyormuş gibi.

Anlaşmazlığa sebep olan çizimlerden biri. Eğitmen ağız ile göz arasına burun çizdirtmiş. Aslında karaktere bakıldığında burnu var hortum gibi hem de:)

Çizim yaparken çocukların bir kalıba sokulmasına kızıyorum. Bırakın çocuklar biraz özgür kalsın. Özgür olmadan orijinal çizimler nasıl yapabilir.


Çizginin Gücü -Çocuk Atölyesi
Borusan-Perili Köşk
19/10/2014 saat:13.00-15.00

Arabada kitap okuma keyfi


Artık ilk okumalar başladı.E-LA-T grubu bitti sayılır. Bu hafta sonu 8-9 sayfalık bir okuma sayfası vardı ödev olarak. Beş kere okuduk.

Kitap okumayı alışkanlık haline getirmesini çok istiyorum. 3-5 sayfa olsa da her gün okusun. İnşallah bu konuda beni örnek alır :) Arabadaki boş zamanı bu sabah böyle değerlendirdik. Ela Lale el ele.. Bakalım devamı nasıl olacak.

Cuma, Ekim 17, 2014

Müthiş ikili


Kendileri dünkü mutluluğumun sebebi. Bir hediye. Hediyeyi alır almaz koşarak mutfağa gittim. İlk iş bıcı bıcı yaptırdım sonra da kahve ile buluşturdum kendilerini. Çünkü hak etti. Beni mutlu etti. Süs olarak kenara koymayı asla düşünmedim. Fincan yapılış amacına hizmet etmeli. Anılara, sohbetlere belki üzüntülere, öfkelere ve sırlara da tanıklık etmeli.

Bu sabah her zaman ki saatte kahvemi yaptım kuruldum koltuğuma. 07.30 dan 08.00'e kadar kitap okudum. Arada da kendilerine bir bakış fırlattım.Güne kahve ve kitap ikilisiyle başlamak inanılmaz sakinleştiriyor beni.

Seriye devam ediyorum bu arada. Taht oyunları, Kralların çarpışması kısım 1 bitti ikinciye geçtim. Seri kitapları okurken araya kitap almayı sevmiyorum. Yani sezon finali yok benim anlayışım da. Macera, kurgu aynen devam etmeli. O yüzdendir ki bir kitabın başı nerede başlar nerede biter hiç bilmem.

Bir gün Boleyn kızı serisini okurken arkadaşım şu olay şu kitapta mıydı diye sormuştu. Bana hiç sorma dedim. Seri bir bütündür. Benim için şu kitap yoktur 1234 sayfa vardır demiştim, gerçekten de öyledir.

Hoş zorunlu sezon finali yapacağım bu seride ve bu durum benim hiç hoşuma gitmiyor. George'cuğum sağolasın son iki kitabı yazmamış. Ne yapıyor kim bilebilir. Kış Rüzgarları ve Bahar Rüyası. Ne bekliyor ki anlamadım gitti. Beklemek benim harcım hiç değil. Şimdi bu seri noktası konulmamış bir cümle gibi dolaşacak zihnimin derinliklerinde nasıl şikayet etmeyeyim.

Her zaman böyle değil ama. İstisnalar da var. Mesela Alacakaranlık serisi. Ben Şafak vaktinde noktayı koydum. Geceyarısı güneşini yazmasa da olur. Ha yazarsa alır okur muyum. Tabiki..

Taht oyunları serisini sevdim. Nasıl bir zihin, nasıl bir hayal gücü yazar bunları anlamak mümkün değil. Kurgu ilmek ilmek örülmüş. Ben yine kendimi kaptırdım kurguya iyi mi. 

Mesela Piç Jon'a haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Bran'a çok üzülüyorum. Sansa'ya kızdım bir ara ama şu an çektiklerinden ötürü kızgınlığım geçti galiba biraz acıyorum ona. Ahh Arya kızım dilini azcık tutmayı bir öğrensen. Stark'lar dağıldı sonbahar yaprakları gibi..

Ahhh ben anneannemin dizilerini seyretmesi gibi kitap okuyorum bu ara.

Perşembe, Ekim 16, 2014

Gündemin nabzını tutmak

 
Dedikodu yapmayı hiç sevmem. Benim oğlumla yaptığım nasıl demeli fikir teatisi ya da gündemin nabzını tutmak. Bu fikir teatileri nedense tam ders yapılacağı zaman olur. Defteri kitabı açarız çocuğun çenesi düşer. Oğlum ödev bitince sohbet ederiz desem de nafile bir kelime yazar sonra annecim bugün ne oldu biliyor musun cümleleri havada takla atar.

-Annecim biliyor musun öğretmen Beyza'yı tehdit etti bugün.
-aaaa neden
-Arkasına dönüp sürekli Ahmet Alp ile konuşuyordu.
-Derste konuşulmaz ama
-Beyzaaaa konuşma sus dedi
-Bu bir tehdit değil ki sadece uyarı
-Ama öğretmen başka şeylerde söyledi. Beyzaaa konuşmaya devam edersen yerini değiştiririm dedi.
-evet bu bir tehdit.


-Annecim biliyor musun ben artık Mustafa ile kanka oldum
-Mustafa iyi çocuk senin adına sevindim. Mustafa diğer gruptaydı değil mi? Eee Mehmet Rauf'a ne oldu.
-Bugün bütün orduları dağıttık.
-neden
-Herkes ben komutan olacağım, ben komutan olacağım dedi anlaşamadık o yüzden dağıldık.


-Annecim biliyor musun bugün öğretmenin yanlışı düzeltim.
-Nasıl düzeltin
-tıh (bizim bildiğiz t harfi işte)harfini yanlış yazmış, kuyruğunu kısa yapmış.Öğretmenim öğretmenim yanlış yazmışsınız dedim. Öğretmen de göster dedi, gösterdim
-eee sonra ne oldu
-bana hak verdi
-Sonra ne oldu
-Aferin dedi sonra da bir sticker verdi. Kazandığım tüm stickerleri biriktiriyorum koleksiyon yapacağım


Çarşamba günü harçlık günleri. 1 ytl veriyoruz otomattan bir şeyler alıyorlar kendine( iyi ki bizim okulda kantin diye bir şey yok)

-Annecim bugün Eylül otomattan iki tane şey aldı. neden iki tane aldı?
-Galiba annesi fazla para vermiş
-ama bu haksızlık öğretmen sadece 1 tl getireceksiniz demişti.


-Annecim bugün benim kalbimi çok kırdılar
-aaa kim kırdı, ne dediler
-2/A daki bazı çocuklar bana oburr, oburrr, oburrrr dedi. Ben çok üzülüyorum biliyor musun?
-Öncelikle sen obur bir çocuk değilsin....
-ama bana obur diyorlar
-onların obur demesi senin obur olduğun anlamına gelmez. Bazen bazı insanların dediklerini duymamak, ilgilenmemek gerekir. Özellikle de böyle lafları. Sen onları duymazsan bir süre sonra sana obur demeyi bırakacaklar
-Annecim duymadım, duymadım gerçekten ama yine bana obur diyorlar, ben çok üzülüyorum


-Annecim bizim teneffüs saati çabucak bitiyor.
-bence 15 dakika çok normal bir süre
-Olur mu annecim ben tam adım atıyorum teneffüs saati bitiyor
-Abartma Eray. Sadece güzel zamanlar hızlı akar. O yüzden zaman çabuk geçiyor sana
-Annecim Türkiye'de teneffüs saati uzun olan bir okul araştıralım ve ben oraya gideyim.


Tabi bizim oluyor ders yapma zamanımız 1.5saat  hatta bazen daha fazla süre. Ödev bitip salona geçtiğimizde eeee anlat bakalım Eray'cım şimdi derste bitti rahat rahat konuşabiliriz artık dedim. Ne dese beğenirsiniz. Fıkra gibi...

-Ne anlatayım annecim okulda bir şey olmadı ki...

Not:(Akşam gerçekten çok üzüldüm evladımın üzülmesine.Bazen hayatı böyle deneyimleyecekler, kırıla-üzüle öğrenecekler. İnşallah büyüdüğünde kırıldığında- üzüldüğün de yanında olmayı nasip eder Allah. Her şeyin illa bir çözümü yok. Yanında destek olduğumu, anladığımı anlasın yeter..

Çarşamba, Ekim 15, 2014

Sonsuz oyun sitesi

 
İlkokula sadece Eray değil maaile başladık biz .O yüzdendir ki bu konularda çoğul eki kullanmam. Yeni seslerin nasıl telaffuz edileceğini bilmiyorum. Nasıl bileyim bizim zamanımızda t harfine te derdik şimdi ki sistemde ise tıhhh gibi bir şey söylüyorlar. Hele ki 'l' harfini çıkarmak ondan hiç bahsetmeyeyim.

Doğal olarak araştırıyorum, öğreniyorum ki akşama küçük beye rehberlik edeyim. Var ya bazen kendi yoğunluğumun içinde boğulacak gibi hissediyorum. Sonra geçiyor bu durum. Geçmese zaten nasıl devam edilebilir.

Dün seslerle ilgili araştırma yaparken güzel bir site gördüm. İlkokul öğretmenleri tarafından hazırlanmış. Seslerin nasıl çıkarılacağı, nasıl yazılacağı gibi bir sürü ama bir sürü bilgi, video var. Hemen Erol'a linki mesaj attım ve dedim ki; bir hazine buldummm. Bu dünyadaki en iyi hazine bilgi değil midir?

Eve gittim tabi ben çok heyecanlıyım. Tontalağa  Eray'cım biliyor musun acayip bir site buldum dedim. Seslerin nasıl çıkarılacağını gösteren videolar var. Harflerin nasıl yazılacağını da gösteriyor. Bir bilsen ne bilgiler var o yüzden Eray bunu mutlaka görmeli dedim. Akşamları oradan alıştırmalar yaparız ne güzel olur değil mi?

Tamam benim gibi heyecanlanmasını beklemiyordum ama öyle bir cevap da beklemiyordum. 

Annecim ben senin yerinde olsaydım Erayyyyyyyyyy bak nasıl bir site buldum derdim. Oyun sitesi. Sonsuz oyunlar var burada ve sonsuza kadar oyun oynanıyor.
 
E diyeyim oğlumla hayattan beklentilerimiz de, ideallerimiz de şimdilik çok ayrı:)


Not:Fotoğraf hafta sonundan. Annecim kahve dünyasına gidip sıcak çikolata içmeye ne dersiniz dedi? Seni mi kıracağız dedik. Kahve dünyası olmasa da yeni bir yer keşfettik. Kesinlikle keyif adamı:)
 

Salı, Ekim 14, 2014

Bizim zamanımızda Ali topu atar Veli de tutardı


Hafta içi o kadar yoğun oluyorum ki gün ne zaman başlıyor ne zaman bitiyor hiç anlamıyorum. 06.20 de kalk borusu ötüyor ve maraton başlıyor. 07.30 da işte oluyorum 08.00 kadar kitap okuyorum sonra iş güç işte.

Dinlenebildiğim, kafamı boşaltabildiğim tek vakit öğle ve sabah kitap okuduğum yarım saat.Öğlen de bir koşturma halindeydim bu aralar. Kah Pdr servisindeki öğretmenle görüşmem vardı kah servis sorunuyla ilgili yetkililerle görüşmem gerekiyordu, kah öğretmeni ile. Bu durum bir süredir böyle devam etti.

Bugün de okuldaydım. Eray'ın beden kıyafetlerindeki tişörtlerde sorun oldu.Firma tüm beden tişörtlerinin değiştirilmesine karar vermiş. Onu değiştirmeye gittim bugün. Ben öğlen gittiğimden Eray'da uzun yemek molasında oluyor. Yani yemeğini yemiş bahçede oyun oynuyor oluyor. Nerede bulacağımı biliyorum onları. Arka bahçeye gidiyorum bir süre izliyorum. Zamanın ne kadar çabuk geçtiğine her gittiğimde çok daha çok şaşırıyorum. Minik kuzum büyümüş ve bahçede arkadaşlarıyla oynuyor. Ya da daha çok itişiyorlar diyelim.

Gruplar belli. Alp, Kerem, Mustafa ve diğer sınıftan birkaç çocuk aynı köşede futbol oynuyor. Neda- Seda( ikizler), Beyza, Eylül ve adını unuttuğum diğer kız birlikte takılıyor. Eray, Mehmet Rauf ve Mert ahh onlar yok mu haytalık peşinde. Kızları püskürtme timi kurmuşlar. Geçen gün anlatmıştı Eray kızlara savaş açmışlar.

Çok sonra varlığımın farkına varıyor. Anneeee diye yanıma gelip koşuyor. Kızlar grubu ve Eray'ın iki arkadaşı da yanıma geliyor. Ben başıma geleceği çok iyi biliyorum. Bu film sürekli oynuyor.Önce Eylül başlıyor.

-Eray'ınnnn annesiiiii neden sürekli okula geliyorsun. Yoksa Eray'ı mı alacaksın.(her geldiğimde gelme sebebimi sorar)
-Okulda bir işim vardı Eylül'cüm onu halletmeye geldim
-Ne işin vardı
-Beden tişörtleriniz bozuldu ya onu değiştirmeye geldim

demeye kalmadan Beyza başladı.

-Eray'ın annesiiii erkekler sürekli bize vuruyor. Mehmet Rauf  atlıyor

-Eray'ın annesi yalan söylüyor önce o bize vurdu. Beyza akıllı kız. (Eray ile üç senedir aynı okulda iyi tanıyorum) Tamam önce ben vurdum özür dilerim diyor. Mehmet Rauf da özrüne özür ile karşılık veriyor. İki dakika sonra itişme yine başlıyor. Kızlar erkeklere karşıymış. Erkekler de kızlara..

Neda ve Seda'ya yakalanırsam ki şu ana kadar yakalanmadığım hiç olmadı eyvah ki eyvah..

-Eray'ın annesiiii Eray bugün bana ne dedi biliyor musun? (cümle hep ama hep böyle başlar)
-Bilmiyorum tatlım (boy hizasında eğilmiş ve üzüntüsü benim üzüntümmüş gibi bir surat şekli  aldığımı düşünün)
-Çok konuşuyorsun artık sus başımı ağrıtıyorsun dedi
-Çok kabalık etmiş sana ben akşam evde konuşurum ama sen de derste çok konuşma olur mu?

Daha önceden Eray anlatmıştı bana. Neda ve Seda derste çok konuşuyormuş, başı ağrıyormuş evlatçığımın. Hatta aynı servisteler hiç anlaşamıyorlar. Annem ilk defa Eray'ı haklı görüyor. Kızlar o kadar çok konuşuyor ki Ayla gelene kadar başım şişiyor diyor. Okulda onları görürse Eray'ın anneannesiiii diye başlayacakları için annem tabanları yağlıyormuş bende çok gülüyorum bu duruma.

Sonra artık işim neyse onu hallediyorum.13.05 de ders zili çaldığı için de benim gittiğimi göremiyorlar ay ne üzülüyorum ne üzülüyorum :)

Koştura koştura işe dönüyorum, tekrar iş güç. Pazartesi-Cuma Eray anneanneden gidip geliyor okula malum. O yüzden dün anneme geçtim. Babası anneme gelene kadar da ödevlerini yaptırıyorum. Dün ilk defa itiraz etmeden oturdu ödev başına. Ben şok tabi.

L fasikülün 7. sayfasını ve çalışma kağıtlarını önlü-arka yapın diyor.Fasikülü açtım ve dünyam yıkıldı. Bu zamana kadar hep tek harf yazdığımız için Eray'a bunları nasıl yazdırırım diye düşündüm. Çok az düşünmüştüm ki Eray aaa ben bunları biliyorum yazarım ki dedi. Tamam düzgün değildi, kaydırdı ama elini kaldırmadan şakır şakır bir yazdı ki ben sevinçten çığlık attım. Eray tikkatimi dağıtıyorsun anne diyerek beni susturdu.

Ya boşuna kaygılanıyoruz be blog. Oluyor işte. Daha dün e harfini yazamıyor diye kendi kendime telaşlanıyorken dün Ela Lale el ele yazdı. O yazarken oğlum Ali neredeymiş dedim. Ali kim dedi. Veli'nin arkadaşı dedim. Ben bilmiyorum dedi. Ali topu atar Veli de tutar dedim annecim seni anlamıyorum dedi. Anlamaz tabii

Ali topu at
Veli topu tut

devri kapanmış ? Ela ile Lale el ele devri açılmış. Ha bir de Talat varmış. Henüz kendisiyle tanışmadık.

Evrim ama kimin

Eskiden böyle değildik. Tontalağı çok rahat anneanneye veya babaanneye bırakıp gezmelere giderdik. Sinema, tiyatro, opera artık programda ne varsa.Mutlu anne-baba mutlu çocuk denklemine inanılmaz inanırdık.

İki yıl önce tanımlayamadığım, çözümleyemediğim bir dönüşüm oldu ben de. Tontalağı akşam kimselere bırakamaz oldum hatta bu konuda çok hassaslaştım. Çevremdeki ebeveynler çocuğu büyüdükçe daha rahat hareket eder hale geldi ben ise büyüdükçe sıkıştım. Kendimi sıktım.

Hafta sonları hep tontalağa yönelik programlar yaptım. Kendi programlarımızı da tontalağı da dahil olacak şekilde düzenledim. Bir ev gezmesi olur, bir park-müze gezisi...

Bu pazar hep arkasına saklandığım zamansızlık bahanesinin elimde patladığını gördüğümde artık kendime itiraf ettim. Kesinlikle iş dışında tontalaktan ayrılmak istemiyordum. Neden büyüdükçe işte bunun cevabını bulamıyorum. Bu gidişe bir son vermeli değil mi? Kesinlikle verilmeli. Eskisi ben'e derhal geri dönülmeli. Erol sinemaya gidelim dediğinde ımm omm gibi sesler çıkarsam da tamam dedim.

Eray'a hep gerçekleri söyledik biz. Yani doktora iğne vurdurmaya gideceğiz diyerek bir yalanın içinde yaşamasına izin vermedik. Önce bende geleceğim banane dedi. Ben filmin çocuklara uygun olmadığını, yetişkin filmi olduğunu söyledim. Israr edince Erol devreye girdi. Annelerin ve babaların bazen yalnız kalmaya, birlikte vakit geçirmeye ihtiyacı olduğunu söylediğinde ki bakışı hay ben görmez olaydım. Zaten annesiyle babasının düğününe neden davet edilmediği konusunda hala kırgın bize.
 
Ben neden davet edilmedim annecim, ben neden davet edilmedim annecim

demesi bak kulaklarımda.Erol'a hoppsss bu kadar açık olmalıyım lütfen bu cümle çocuk da başka düşüncelere yol açar der gibi bir bakış fırlattım.Vallahi bir bakışa koca bir cümleyi sığdırdım. E dile kolay 10.yılımız birlikte.

Eray'ı kucağıma aldım. Anneanne sana mısır patlatsa ve orada sen de anneannenle sinema keyfi yap olur mu dedim. Peki dedi. Sonra daha da hiç bahsetmedi. İkna olduysa, karar verdiyse geri dönmez tontalak..Tıpkı benim gibi..


Anneanneye giderken dört Avm var yolumuz üstünde. Sapphire, Kanyon, Özdilek, Metrocity.. Bu kadar birbirine yakın ve çok olması nasıl bir tüketim manyağı olduğumuzun kanıtı bence.

Erol yeni tatlar, mekanlar ne bilim yeni şeyler denemeye bayılır ben ise tam tersiyim bu konuda. Alışkanlıklarıma sıkı sıkıya bağlıyımdır. Sapphire'in sinemasına (sıra sıra diğer üçüne hep gideriz) hiç gitmediğimiz için oraya gidelim dedi. Bilmediğimiz bir sinema güzel mi değil mi dedim. Öğreniriz dedi. Risk almayı sevmediğimden ben çok pişmanlıklar yaşadım biliyor musun bu arada..

Sapphire çarçabuk girip bileti aldım. Sonra anneanneye tontalağı bıraktık biraz oturup kalktık. Sapphire'in sineması aynı Metrocity gibi. Deri, rahat koltuklar falan da oturma düzeni çok karışık. Görevli sağolsun yardım etti ama duvar kenarı bir yer gösterdi. İyi de bilgisayar ekranında gösterilen yer orası değil ki neden oraya oturayım dedim. Neyse o zaman buraya oturun dedi. Sanki hakkım olmayan bir şeyi bana lütfetmiş gibi. Ben hakkımı yedirmem arkadaş ha ola ki yedirirsem(işte oluyor bazen) o olayı unutana kadar kendimi yerim.

Film Evrim idi. Johnny Deep filmlerini de bilim kurgu, fantastik filmlerini de severim.Film kötü değildi ama beklentimi de karşılamadı. Bir kere ilk yarı çok ağır ilerledi. Sonu ise çok sönük kaldı. Lakin konu güzel hakkını yemeyeyim. Sadece konuya yürüyememişler..



Unutkan Asistan


Ekim ayına girdiğimizden beri bu ayda bir şey var ama ne diyorum kendi kendime.. Bir şey var, bir şey var, bir tarihi unutuyorum sanki..

Daha önce zilyon kere yazmış olduğum gibi benim fil hafızası oldu balık hafızası yine. Artık cep telefonumu kullanıyorum ajanda yerine.Her şeyi takvime ekliyorum bir de 1 gün önce uyar,15 dakika önce uyar,5 dakika önce uyar gibi hatırlatmalar koyuyorum ki vah ki vah halime. Hatırlatmaları eklerken söyleniyorum bir de 'hey gidi Ayla sen böyle olacak insan mıydın' diye.

Geçen hafta istinasız her gün baktım cep telefonumdaki takvime.

09 Ekim Fındıkkıran çocuk balesi için 10.00 da bilet al.
11 Ekim Borusan'daki Çocuk Atölyesine gidilecek.
19 Ekim Borusan- Çizginin gücü Çocuk Atölyesine gidilecek.
26 Ekim Kitap Aşkı Çocuk Müzikali- Kadıköy Devlet Opera ve Balesi.

Baktım, baktım, baktım. Her gün istinasız baktım. Bunlar dışında hiç bir şey yok diyerek pazar günü havlu attım. Yanılmışım demek..

Bu sabah sümüklü böcek şeklinde işime geldim.(nezle ile grip arasında bir çizgideyim). Mesainin başlamasına 20 dakika var kahve eşlinde kitabımı okudum. Taht oyunları bitti. Şimdi Kralların çarpışması kısım 1 deyim bu arada. Facebook'u açayım dedim. Bildirimlerde bugün Erol'un doğum günü yazısını gördüm. Güçlü hafızama(!) güvenerekten güldüm. Bugün benim Erol'un doğum günü değil ki, değil ki, değil ki...Bir tek nanik yapmadığım kaldı nasıl bir kendine güvense..

Sonra gözlerim bilgisayardaki tarihe katıldı. 13 Ekim. Elimin tersini alnıma koydum ve en acıklı sesimle Oh my god dedim Türkçe'nin köküne kıran girmişçesine.

İlk defa Erol'un doğum gününü unuttum iyi mi? Suçlu hissediyorum ya kendimi, ben unutup Facebook hatırladığı içinde bir süre Facebook'a trip attım (girmeyerek protesto ettim) Sonra silkelendim.Facebook olmasaydı ve ben hepten unutsaydım. Sen bizim sosyal medya platformlarımıza zeval verme Yarabbim...

Sonra hiç unutmamış gibi sabahın köründe doğum günüsünü kutladım. Kesinlikle anlamıştır ya neyse. Tontalak anneannesine gidince babası için bir resim çizdiririm bende akşam pasta alırım oldu da bitti işte.Diye yazsam da unutmamalıydım ya..

Bu arada Ekim ayı programına bakarken aklıma ne geldi. Ben tontalağın annesi değil asistanıyım bence. Şöyle bir görüntü.. Gözlüğüm burnumun üstünde..

 Tontalak bey 26 Ekim de Kitap Aşkı adlı Çocuk Müzikaline katılacaksınız :)

 Ya işte bugün de bizde durumlar böyle...

Yazıyı dün yazdım ama internetim gitti yayınlamadım :(

Cuma, Ekim 10, 2014

Kimlik


Ana-oğul gıcık kalktık bugün. Aslında ben normal kalktım da küçük bey sabah sabah kendine benzetti beni. Her şeye itiraz etti, sorun çıkardı ve ben alttan aldım. Evdeki huzurun yolu bu. Birileri evde kendini kötü hissediyorsa anlayış göstereceksin 6 yaşında olsa bile.

Tamam sabır gösteririz dediysek de suyunu çıkartmanın alemi de yok değil mi? Baktım ben alttan aldıkça tontalak tepeme çıkıyor. Geç kalacağız ve adam giyinmem diyor. Erayyy çabuk giyin, beni yanına getirtme dedim sonunda en Türk annesi halimle. Kaşlarını çattı veeee

Sen benimle emir vererek mi konuşuyorsun, sen kendini kim zannediyorsun

dedi. Şaşırdım. Sinirlendim sinirlenmesine de sahi ben kimim?

Öncelikle ben kendimim. (Orta denge kavramı olmayan, kitapsever, kahve höpleten vb....)Bunu ne demekse. Kendim deyince Eray'ın sabah aklıma lafı geldi. Yeri geldiğinde inanılmaz gıcıklaşabiliyor ama oğlum olduğu için demiyorum çok da komiktir kendileri. Sinirliyim ya soruyu Eray'a değil babasına soruyorum. Küçük bey tuvalete gitti mi ? Erol'da ben görmedim gittiğini dedi. Tontalak karıştı lafa. Valla annecim ben de kendimin gidip gitmediğini görmedim dedi. Gel de gülme şimdi.

Sonracığıma birinin eşiyim, bir çocuğun annesiyim, bir ana-babanın evladıyım, birinin kardeşiyim, ahretliğim, çalışanım, çalışan bir anneyim (çalışan ile çalışan anne olmak arasında var ya acayip fark var), Fenerbahçeliyim, yorgun savaşçıyım..Bazen bazı kimliklerimin sorumluluğu ağır gelse de kendilerini pek severim.

Eray'da bu aralar kimliklerine yeni bir kimlik eklemek için pek aceleci. Mesela ne mi? Birinin eşi ve birinin babası olmak.. Taktı evlenmeye ama ne takma. Hatta pazarlık bile yapıyoruz ciddi ciddi

-Annecim 20 yasında evlenebilir miyim?
-hayır daha okulun bitmemiş olur
-21
-hayır
-askere gideceğim di mi?
-
evet askerlikte var
-22 yasında evlenebilir miyim?
-hayır
-23
-Eray iş kuracaksın falan 23 yaşında olmaz
-peki kaç yaşında
-30 olabilir mesela
-30 mu yok daha nelerrrrr..25 olsun o zaman
-26 da anlaşalım
-anlaştık


Oğlunu da babasının kendisini gezdirdiği gibi gezdirecekmiş beyefendi. Müzelere gideceklermiş.

Böyle bir sorumluluğu alma konusunda aceleci olan oğlum bayram tatilinde de

'İşte ben buna hayat derim. Ohhh okul yok, ödev yok. Sürekli tembellik var. Hayat budur işte diye höykürüyordu'.
 
Ne diyeyim ki; inşallah bazı kimliklerini doğru zamanda, doğru yerde ve doğru kişilerle edinir.

Not: En sonunda İzleyiciler bölümünü ekledim pek bi mesudum:))



 

Perşembe, Ekim 02, 2014

1-A selfiesi

1-A Selfiesi

Geçen hafta birlikte çalıştığım benden yaşça büyük abla Eray'a okula başladığı için okul hediyesi gönderdi. Eve girer girmez verdim tontalağa

-Eray'cım bak Nevin teyze sana hediye gönderdi
-Niye kendi bana vermemiş ki..

Çok hassas doğaya, çevreye ve tüm canlılara. Mesela barajlar suyla dolsun diye yatmadan hemen önce yağmur duası ekledi dualarına.Ya da evde boş yere yanan ışık mı var

-Annecim zaten barajlarda su azaldı elektriğimizin de mi azalmasını istersin

-annecim ben artık et yememeye karar verdim.
-aaa neden
-yazık değil mi onlara, et yemek için onları kesiyoruz. Çok üzülüyorum
-Sen köftede yemeyeceksin o zaman biliyorsun ki köfte kıymadan yapılıyor o da etten çekiliyor.
 (Sessizlik, sessizlik çok uzun bir süre sessizlik)
-Annecim benim aklıma bir fikir geldi
-Neymiş
-hani ağaçların yaşlı olanlarını kesip kullanıyoruz ya, et içinde yaşlı hayvanları keselim o zaman. Genç hayvanları kesmeyelim onlara yazık onların da sütünden, tüyünden YARARLANIRIZ.

Okulda düşmüş, burnu morarmış

-Erayyyyy ne oldu burnuna
-Okulda kaydıraktan düştüm, ben de anlamadım annecim. Oturarak kayıyordum sonra düştüm.
-Canın çok yandı mı? ağladın mı?
-Tabiki ağladım
-Eeeee sonra ne oldu
-Mehmet Rauf geldi bana ilkyardım yaptı
-Vayy be ilkyardım mı? Peki ne yaptı
-Beni yerden kaldırdı, hemen hemşireyi çağırdı.
:))))

İki günde bir kalem kaybeden tontalağa

-Eray kalem kutun boş. Kırmızı kalemin yok, kurşun kalemin yok, silgin yok.Oğlum nerede bunlar
-Bilmiyorum ki
-Artık eşyalarına sahip çıkmayı öğrenmelisin o yüzden kalem koymuyorum kalem kutuna. Yarın bak sınıfa, ara ve bul tamam mı?
-İnşallaahhhhh

Çay içmeye gelen arkadaşlar gelirken Eray'a hediye getirmiş. Bir tşört.. Daha açarken

-inşallah kıyafet değildir